Monday, July 28, 2008

Sonra

Keten şortum, kırmızı gömleğim ve yanık tenimle dün akşam evime geldiğimde saat dokuz gibiydi...
Üzerimi değiştirdim, birşeyler atıştırdım ve memlekette ne oluyor acaba diye televizyona bi bakıyım dedim...

Patlayan bombalar, ölüler, yaralılar, komplo teorileri, sayın valimiz, emniyet müdürümüz, "Devletimiz güçlüdür" lafları, "Acınızı paylaşıyoruz" demeçleri, kan ve gözyaşı...

Sonra...

Mavi Tur öyküleri ve fotoğrafları sonra...

Friday, July 18, 2008

Turlamak Maviyle

Tatili hakkettim..

Daha doğrusu tatile ihtiyacım var..

Yorgun kalbimin, daha yorgun zihnimin, çok daha yorgun ruhumun denizle buluşmaya ihtiyacı var..

Fethiye'den başlayalım hele.. Bakalım, yatımız bizi nereye götürecek :)

İpucu fotoğrafta gizli..

Eminim bir çoğunuz bildi..

Görüşmek üzere ...



Pardon, postun sonunda güzel birşey demem gerekiyor... Adettendir blog aleminde :))

Sevilmek İstiyorsanız Önce Sevin !!!

Nasıl , oldu mu ?
Bence şuan en çok ihtiyacımız olan slogan ...

Hoşçakalın...

Friday, July 11, 2008

Bar ve Kırcaali

Köklerim...

Anne tarafım Balkanlı, babam ise Gümüşhaneli...

Dedem (Annemin babası) Bulgaristan Kırcaali doğumlu.

Ananemin babası Karadağlı... Karadağ’ın Bar kasabasından... Ahmedali Ailesi olarak bilinen bir aileden geliyor.

Ailenin en ünlü kişisi Süleyman Sırrı Barlı... Cumhuriyet kurulduğu yıllarda Zonguldak’ta kömür madeni işleten zamanının en zengin kişilerinden biri... Taksim’de apartmanı, Florya’da çiftliği, Çaycuma’da harası, altında arabası olan bir işadamı... Lüküs Hayat müzikalinde bahsi geçen zengin madenci... Malum, o zamanlar ne Koç var ne de Sabancı...

Ananemin babası, Süleyman Sırrı Barlı ile yakın akraba... “Barlı” soy ismi de Bar kasabasından geliyor.

Tabii, o zenginliğin benimle bir ilgisi yok ne yazık ki... Dolayısıyla bir züğürt olarak çenemi çok yormadan asıl konuya gelmek istiyorum :)

Bugün Bar ve Kırcaali’yi kardeş şehir ilan ettim.



Nedendir bilmiyorum, bugün köklerime uzanmak geldi içimden. Google ki, bana göre hayatımıza giren en güzel şeylerden biri, bana o kadar yardımcı oldu ki... Bar ve Kırcaali hakkında çok şey öğrendim ve bunu daha önce niye yapmadım diye de hayıflandım açıkçası...



Tarihi her zaman sevdim. Hele bizler gibi koca bir imparatorluktan gelen ve tarihi uçsuz bucaksız olan bir milletin evladı olarak tarihe duyduğum ilgi çok da doğal...

Bence ülkemizdeki her ailede, her evde bu inanılmaz geçmişin izleri var.



Ailemizin köklerine uzanma fikri bende hep var oldu...

Balkanlar, her zaman gitmek istediğim yerlerin başında geldi... Karadağ’a gitmek, Bosna’yı görmek, Bulgaristan’ı baştan başa dolaşmak, Makedonya’nın şehirlerini gezmek, Tuna Nehri’nin durgun sularında çocuklar gibi şen olmak istedim durdum.

İnşallah bir daha ki yaz...



İnternetten birkaç fotoğraf buldum, bana ait olmayan... Bar ve Kırcaali’den birkaç fotoğraf...

Size söz, bir gün benden de fotoğraflar olacak bu sayfada; Bar ve Kırcaali’den...






* Bundan tam 13 yıl önce, tarih bugünü gösterdiğinde Srebrenitsa’da binlerce Boşnak, Srebrenitsa Birleşmiş Milletler tarafından güvenli şehir ilan edildikten ve Boşnak milisler silahlarını teslim ettikten sonra, Sırplar tarafından katledildi. Bu katliamda Sırplar kadar Birleşmiş Milletler'in de suçu var.

Bosna Savaşı'nda hayatını kaybeden yüzbinlerce Boşnak’ın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

* Pazar günü İstanbul’dayım. Üsküdar sahilinde düğünümüz var. Sevgili arkadaşım Defne evlenecek… Dile kolay, çeyrek asırı deviren bir arkadaşlık...

Defnecim, şimdiden mutluluklar diliyorum.

* Kırcaali fotoğrafları http://kircaalihaber.com/ adresinden alınmıştır.

Monday, July 07, 2008

Kitabını Yazdılar

Wimbledon ve Avustralya Açık en sevdiğim Grand Slam turnuvalarıdır.

Zonguldak’ta olduğum yıllarda hep toprak, beton veya asfalt zeminde tenis oynardık... Belki de ondan olsa gerek Wimbledon’ın çim kortları hep ilgimi çekti. İngilizleri çok sevdiğimi söyleyemem, ancak bazı konularda haklarını vermek lazım. Tenis konusunda hep en önde oldular. Oyuncu bazında ise o kadar başarılı değiller.


Yukarıdaki fotoğraf çocukluğumdan üniversite yıllarıma kadar tenis oynadığım mahallemizdeki tenis kortunu gösteriyor.
Bu kortta çok anım var... Hatta üstteki ormanlık alana az topum gitmedi :)

İlk raketim tahta raketti. O yıllarda ağbim üniversiteyi Kıbrıs’ta okuyordu (80'li yıllardan bahsediyorum).
Tabii, Kıbrıs bugünkü Kıbrıs değildi; vizeyle gidilebilen bambaşka bir ülkeydi.
Türkiye’de olmayan herşeyi Kıbrıs’ta bulabilirdiniz. Marlboro’dan tutun da spor ayakkabılara kadar aklınıza gelen herşey. Türkiye’de hiçbir şey yoktu ki... Döviz taşımak bile yasaktı.
Örnek, Commodore 64’ümü Kıbrıs’tan özel getirtmiştim. Kimsede yokken bende vardı :)

Ve tabii ki tahta raketim de Kıbrıs’tan geldi.

Ağbimin hakkını nasıl ödeyebilirim bilmiyorum? Kulakları çınlasın!

Şimdiki raketler ise sonradan çıktı. Onlardan da aldık tabii... Ama o tahta raket benim için hep unutulmaz oldu. Ne yazık ki, o raketi bulamıyorum... Nerede ya da ne yaptım bilmiyorum.

Gelelim dünkü maça...

Beklediğime kesinlikle değdi.

Federer peşpeşe 6’cı Wimbledon zaferinin peşindeydi, 1880’lerden beri bunu yapan yoktu, modern zamanlarda ise hiç yoktu... Nadal ise Grand Slam finallerinde Federer’i geçebilen tek isimdi...
Bu muhteşem ikili bir pazar günü yine karşılaştı ve ben de bu ana tanıklık ettim, birkaç bin km öteden...

Pazar günü saatler 16:00’yı gösterdiğinde çoktan televizyon karşısındaki yerimi almıştım. Bu büyük çekişmeyi kaçırmak niyetinde değildim. Ne var ki, Türk televizyonlarındaki tipik hastalık CNN Türk'de de nüksetti ve canlı yayına ilk setin dördüncü oyununda bağlandılar. Yani Nadal 2-1 öndeyken canlı yayın başladı. Bu en kibar ifadeyle izleyiciye saygısızlıktır.

Halbuki benim gibi çoğu tenissever maçın başlangıcını görmek ister; hatta o da yetmez, oyuncuların kendi aralarında yaptıkları ısınma paslarını görmek ister. Onun zevki çok başkadır. Maçın başındaki heyecanı, yüzlerdeki ifadeyi görmek ister. Gel de bunu bizim reklamzede kanallarımıza anlat!

Neyse, konuyu dağıtmayalım...

Federer 26 yaşında, Nadal ise henüz 21’inde... Düşündüm de ben 21’inde hala babasından harçlık alan bir üniversite öğrencisiydim. Nadal ise çocuk yaşta milyon dolarlara hükmeden bir ulusal kahraman... Demek ki, bazılarına göre hayatı kağnı hızıyla yaşamışım, onu fark ettim.

Nadal savunması çok güçlü bir oyuncu; özellikle baseline dedikleri dip çizgi savunmasıyla asla vazgeçmeyen bir oyuncu. Federer ise forehand’i çok kuvvetli ve çok soğukkanlı bir adam, yani en kötü anlarda bile vazgeçmeyen bir usta ki, bunu da maçta iki defa gösterdi; iki maç sayısını geri çevirmeyi başardı ve niye Dünya’nın bir numarası olduğunu bize gösterdi.

Nadal aslında solak değil, ancak onu eğiten amcası tenis oynarken sol elini kullanmasını ve bunun onun için bir avantaj olacağını söylemiş ve Nadal sol elini adeta eğitmiş… Ivaniseviç’den sonraki ilk solak Grand Slam şampiyonu olmayı başarmış. Demek ki, yıldız oyuncu olmak çalışmaktan öte bir şeyler istiyor, iyi hocalar ve doğru bir strateji ve de para tabii...

Maçın en izlenesi anı ise dördüncü set tie-break’e kaldığındaki ilk oyundu. Nadal’ın isabetli ters volesi ve oyunu fantastikti.


Passing shot’lar, drop shot’lar, çapraz kruvaze vuruşlar, ters vole, yarım vole, enine atılan toplar, ace’ler...
Daha ne olsun !

Dün akşam tenisin kitabını yazdılar...
Hem de 5 saatte, yorulmak bilmeden, ıslıkları ve aleyhte tezahüratları duymadan, kaslarına giren ağrılara aldanmadan...

Dün iki büyük tenisçiyi izledik...

Roger Federer ve Rafael Nadal

Alkışlarımız onlar için...



Not: Rafael Nadal fotoğrafı, www.rafaelnadal.com adresinden alınmıştır.