Monday, March 30, 2009

Kaya Kovuğu


Helikopteri düşmüştü. Düşer düşmez 112’yi aradı. Telefonu açan görevliye, “Hanımefendi biz düştük!” dedi. “Hanımefendi ayağım kırık!” diye de ekledi. Israrlı sorulara rağmen, nerede olduğunu bilmediğini haykırdı dakikalarca. Telefondaki görevli, ona sürekli telefonunu kapatmaması gerektiğini, bu sırada koordinatlarının bulunacağını söylüyordu. Derken telefonunun şarjı bitti. Elindeki en önemli silahı da bilinçsiz ve eğitimsiz personel tarafından alınmıştı.

İnanılmaz soğuk, ona kırık bacağını bile unutturmuştu. Hava kararmıştı ve enkazdaki kimseden ses gelmiyordu. Başını kaldırdı ve tipiye, sise, soğuğa ve karanlığa meydan okumaya karar verdi. Helikopterin bir koltuğunun yerinden kopmuş olduğunu fark etti. Bir dağın yamacında olduğunu tahmin ediyordu. Koltuğa binecek ve onun yardımıyla aşağıya doğru kayabildiğince kayacaktı. Hem böylece kırık bir bacakla da yürümek zorunda kalmayacaktı.

Başladı kaymaya. Derken bir ses duydu. Koltuk bir taşa takılmış ve durmuştu. Hem artık yamacın da düzleştiğini fark etti. Ne kadar istese de daha öteye gitmiyordu koltuk. Soğuktan elleri, ayakları, hatta göz kapakları bile donmak üzereydi. Son çare kendine bir sığınak bulmaya karar verdi. Nasıl olursa olsun; küçük, küçücük bir sığınak ya da en azından başını sokabileceği kuytu bir yer aramaya başladı. Yürümeye çalıştıkça, kırılan kemiğin uçları adeta bacağını kesiyordu. Sanki kendi bedeni bile ona yaşama şansı vermiyordu.

Ansızın bir ağaç fark etti, karanlığın tam ortasında. Ağaca doğru bir hamle yaptı, belki de donmayan tek şey olan yaşama arzusuyla. Bir de ne görsün; ağacın hemen yanında minik, ufacık bir kaya kovuğu vardı. Başını sokabileceği ve belki de son uykusuna yastık olacak, yar olacak bir kaya kovuğu. İçine girdiğinde derin bir nefes aldı.

O da ne? Sıcak olması gerekmiyor muydu kaya kovuğunun? Hani, filmlerde hep öyle olmaz mıydı? Hani, yaralı saklanır ve günler sonra yaralı yardım ekiplerince o sıcak kaya kovuğunda bulunup sevdiklerine kavuşmaz mıydı? Döndü baktı bacağına. Vicdansız, kahpe ağrı peşini bırakmamıştı. Artık yapacak bir şeyi de kalmamıştı. Gözleri yavaş yavaş kapanmaktaydı. Biliyordu ki, donan insanlar donmadan önce tatlı bir uykuya dalardı. Elini cebine attı ve cep telefonunu çıkardı. Ölüm uykusuna yatmadan önce cep telefonundaki fotoğraflara bakmak istiyordu. Eşinin ve iki çocuğunun fotoğrafını görmek, onlara sarılmak son arzusuydu.

Açma düğmesine bastı, telefon açılmadı.
Ne yapsa açılmıyordu kahrolası telefon.
"Allah’ım ne olur izin ver, açılsın şu telefon!" diye haykırdı.
Derken, kazadan hemen sonra konuştuğu 112’deki hanımefendi aklına geldi.

“Beyefendi, telefonunuzu kapatmayın, ekipler yerinizi tespit edecek!”

Sövmek de çare değildi artık. Son arzusu da kapanan gözleri gibi çaresizdi.

Kaya kovuğundaki buz gibi taşa sarıldı ve şunları söyledi son kez:

“Canım eşim, canım çocuklarım,

Sizleri çok seviyorum.

Hakkınızı helal edin!"





*İHA Muhabiri İsmail Güneş'in anısına...

No comments: