Sunday, November 27, 2011

Lizbon


Lizbon'daki ilk günlerim.. otel odamdan dışarı baktığımda gökkuşağını yakaladım.. güzel günlerin habercisi gibiydi..


toplantılardan vakit buldukça her zaman yaptığım şeyi yaptım.. attım kendimi sokaklara, eskimeye başlayan makinemle :)

Lizbon karakteri olan bir şehir.. şehre adım attığınız ilk gün bunu anlıyorsunuz.. bir şehir düşünün, tüm sokaklarında kaldırımların küçük taşlardan örüldüğü.. siyah ve beyaz taşlar..

1700'lü yıllarda büyük bir deprem yaşamış Lizbon, sonrasında şehri yeniden inşa etmişler.. ben de o yeni şehirde dolaştım, yani 1700'lerden kalma sokaklarda :)


meydanlarıyla bir başka güzel Lizbon.. her meydanda istisnasız büyük bir heykel var.. ve hepsi görülmeye değer..


yedi tepeli bir şehirdir Lizbon.. İstanbul gibi..
turist gezdiren bu zibidi sayesinde öğrendim bunu :)


Lizbon'da her yere tramvayla gidebilirsiniz.. sarı ya da kırmızı tramvaylar.. İstiklal Caddesi'ni hatırlattı bana..

Lizbon'da Endülüs'ün etkisini rahatlıkla görebilirsiniz.. çini süslemeli binalar, kemer şeklinde duvarlar.. biraz doğulu ve biraz da batılı bir şehir Lizbon.. Avrupa'nın en batısındaki en doğulu şehir de denebilir bence..


deniz ürünleri yiyebileceğiniz çok sayıda lokanta var Lizbon'da.. en iyilerden biri de Ramiro'ymuş.. merak etmeyin sizin için test ettim :)

Ramiro'nun özelliği şu; kesinlikle balık yok, ama balık dışında denizden ne çıkarsa var.. istakozun her çeşidi, karidesin her boyu, yengeçler, midyeler, kerevitler.. aklınıza ne gelirse herşey var burada..


başka bir lokanta.. yengeçlerin büyüklüğüne bakın.. tek kişi için fazla büyük..
o yüzden yengeç ortaya isteniyor :)


Fado CD'leri satan seyyar bir satıcı..


şehrin geleneksel giriş kapısı.. Comercio Meydanı..


Rossio Meydanı.. İstanbul için Taksim ne ise Lizbon için de Rossio o demek..


son gece barlar sokağına gittik, Fado dinlemeye.. birbiri ardına çıkan üç şarkıcıyı dinledik.. mikrofonsuz, yalın bir ses ve iki gitar.. aldı bizi götürdü bir yerlere :)

tarihi ve yaşanmışlığı seviyorsanız, Lizbon'u da seveceksiniz..

Sunday, October 30, 2011

Maldivler


Maldivler'in başkenti Male'ye İstanbul'dan direkt sefer yok ne yazık ki.. Doha aktarmalı gittik ve yaklaşık 10 saatte Male'ye ulaştık..

sabah saatlerinde Male'ye yaklaştığımızda uçak alçalmaya başladı ve camdan Hint Okyanusu'na baktığımızda, bakakaldık :) olamaz böyle bir manzara.. onlarca mercan adasının yanyana olduğunu düşünün.. bazılarında oteller var, bazıları ise ıssız.. o an anladık ki, gerçek olamayacak kadar güzel bir ülkeye gelmiştik..

Male havaalanı aslında başkent Male'nin bulunduğu adanın yanıbaşındaki başka bir adada.. gideceğiniz otelin uzaklığına göre ya hız botuyla ya da hava taksisiyle adaya transferiniz yapılıyor.. biz hız motoruyla yaklaşık 20 dakikada adamıza gittik..


ve adamızdayız..

hoşgeldiniz kokteyli ile karşıladılar bizi.. ardından da kalacağımız villaya geçtik.. onların villa dedikleri bizim anladığımızdan biraz farklı :) su evleri..


bahsettiğim böyle birşey :)

güneşlenme terası olan, özel jakuzisi olan, ahşap bir merdivenden resifin turkuaz sularına kendinizi bırakabileceğiniz size özel su evleri.. bungalovdan biraz daha fazlası.. tabii daha lüksleri de vardı, jakuzinin yerini yüzme havuzunun aldığı villalar gibi..


keyfimiz yerinde :) süper bir tatil bizi bekliyor..


adada denize girmek için iki alternatifiniz var.. ya su evinizden kendinizi resife bırakırsınız ya da bembeyaz kumsaldan denize girebilirsiniz.. kumsaldan denize girerseniz size Baby Shark'lar arkadaşlık eder :) henüz insan etine sulanacak kadar büyük değiller, şimdilik zararsız ufaklıklar.. resifin içindeki sığ sularda kendilerini güvende hissediyorlar ve yeterince büyüdüklerinde okyanusa açılıyorlar..

biz genelde kendi su evimizden denize girmeyi tercih ettik.. su evleri adayı çevreleyen mercan kayalıklarına daha yakın oldukları için hem deniz sahildeki kadar sığ değil hem de ufak mercan kayalıklarının arasında yüzüp rengarenk balıkları yakından görmeniz mümkün.. şansınız varsa bir baby shark'a da rastlayabilirsiniz :)


su evinizdeki güneşlenme terasınızda şezlonga uzanıp içkinizi yudumlarken kitabınızı okuyabilir, güneş batmak üzereyken de turkuaz sularda denize girebilirsiniz..
dedim ya gerçek olamayacak kadar güzel ve gerçek..


yoo hayır, yanlış görmediniz.. bir yarasa.. biraz farklı.. martı büyüklüğünde ve vejeteryan :) sadece adadaki tropikal meyvelerle besleniyorlar.. adamızda iki tane vardı.. her zaman olmasa da bazen kendilerini gösterdiler..


adada denize girmek dışında da yapabileceğiniz çok şey var.. tenis oynamak gibi.. ama unutmayın burada herşey para.. raket kiraladığınızda elbette para verirsiniz ama daha önce tenis topu için ayrıca para verdiğimi hiç hatırlamıyorum..

tabii palmiye ağaçları arasında tenis oynamanın keyfi bir başka..

ada seçerken nasıl bir tatil istediğiniz çok önemli.. sadece deniz ve kum değil, biraz da eğlence ya da spor olsun diyorsanız daha büyük adaları seçmeniz lazım.. küçük adalarda butik oteller var, ama oralarda alternatifler sınırlı..


adamızda balık tutmak için turlar düzenleniyordu.. bunlar basit turlar olabileceği gibi profesyonel turlar da olabiliyor.. fotoğraftaki tekne kılıç balığı avı için hazırlanmış özel bir tekne..

bir gün biz iskeledeyken iki devasa kılıç balığı getirdiler, kamera yanımda olmadığı için fotoğraflarını çekemedim..


ilk dalış deneyimimizi Maldivler'de yaşadık.. bir saatlik bir eğitim sonrası yaklaşık bir saatlik bir dalıştı.. yedi metreye kadar daldık.. tek kelimeyle harikaydı..

her adada dalış merkezi yok, o yüzden araştırmadan gitmeyin..


bu kıyağımı unutmayın.. adadaki en muhteşem yaratıkla sizi başbaşa bırakıyorum.. kendisini görüntülemek hiç kolay olmadı.. adadaki tatilimiz boyunca birkaç defa karşılaştık bu vatozla ama her seferinde kameram yanımda değildi..
adadan ayrıldığımız son gün, sabah altıbuçukta çektim bu fotoğrafı :) uyuyan güzeli uyandırmadan usulca uzaklaştık oradan..

işte size Maldivler..








* birkaç gün sonra Lizbon'a gidiyorum, fotoğraflarla döneceğim..

Sunday, October 16, 2011

El Ele

sevgilinin gözünden Maldiv Adaları..

ya da eşimin gözünden mi demek lazım :)

evet yoğun günler hızından biraz kaybetti neyse ki.. İstanbul’daki evimize yerleştik.. ancak ondan önce balayı için bir haftalığına Maldiv Adaları'ndaydık..

Maldivler için ayrıca bir yazı yazmak istiyorum.. paylaşmak istediğim çok şey var.. hani olur da bir gün yolunuz Maldivlere düşerse diye..

gelelim benim de cevabını çoktandır beklediğim o soruya.. evlilik hayatımda çok şeyi değiştirdi mi?

belki bu soruya cevap vermek için henüz çok erken, ama hissettiklerim cevabı çoktan verdi bile.. kesinlikle hayır..

galiba bunun tek nedeni hem eşimin hem de benim olgun insanlar olmamız.. yani bir şekilde hayatta bir yerlere gelmiş, belli bir çevresi olan, yaşam tarzı belli olan, birbirini olduğu gibi seven ve kendinden çok ödün vermeyen, bazen tartışan ama her zaman barışan bir çiftiz..

biliyorum zor günlerimiz olacak ve biliyorum bazen birbirimizden nefret edeceğiz..

ama her zaman el ele yürüyeceğiz..

Saturday, July 23, 2011

Sümela

üç haftada vize veremeyen İngiltere Büyükelçiliği, 6 aylık vizeyi Londra’daki kongre başladıktan iki gün sonra verince, doğal olarak kongreye gidemedim.

onun yerine Zürich’e gittim geçen hafta.. birkaç günlük eğitim için..
Sevgili Nesime ve Melih’e de uğradım bu arada..
Deniz’le top oynadık.. Deniz henüz bir yaşında ve emeklemeden yürümeyi öğrenenlerden :)
o yüzden düşmemesi gerekiyor, düşerse ayağa kalkmak dünyanın en zor işi ona göre..

dün fotoğraflara bakarken Trabzon seyahatimden hiç bahsetmediğimi farkettim ve bloğumda Sümela Manastırı olmalı diye düşündüm..

evet biliyorum; seyahatlerini zamanında ve yerinde paylaşamayan uyuz bir blog yazarıyım :)


mayıs ayında Trabzon’da toplantımız vardı.. toplantı sonrası Sümela Manastırı’na gittik.. ilk geldiğimizde Manastır’ı göremedik.. bulutlara saklanmıştı.. ince bir patikadan yukarıya çıktıkça bulutlar dağıldı ve manastır tüm heybetiyle karşımıza çıktı..


uzun bir merdiveni çıkıp küçük bir kapıdan geçtikten sonra manastırın içinde bulduk kendimizi.. manastırın orta yerinde mağaradan yapılma bir kilise var.. süslemeleri zarar görmüş olsa da görülmeye değer kesinlikle..


şu sıralar yoğunum.. ağustosta evimi boşaltıyorum.. zor olan Burhan Ağbi'yle Koç’a veda etmek sanırım.. güzelimle yeni bir hayata yelken açmak ise mutluluğum..

Wednesday, May 04, 2011

Sevgilinin Gözünden


yüzlerce fotoğraf içinden farklı koleksiyonlar çıkarmak mümkün tabii.. aklıma ilk gelenle yetinmek durumunda fiberoptik dünyam..

önce Yeşilyurt'a gidersiniz.. butik otellerin keyfini çıkarırsınız.. akşam Babakale'ye geçer, balığınızı yersiniz.. ertesi gün Bozcaada sizi bekler..


çek karnını içeri :) hatunlar göbekli erkekleri sevmez dostum..

Akçakoca ve Karadeniz Ereğli çok yakındır.. öğlen Hasan Usta'nın pidesi, akşam Kamelya'nın balığı.. gerçi Engin'in yeri de ayrıdır hani :)


Safranbolu'ya giderken Ankara tarafından gitmeyin.. yolunuz önce Devrek, sonra Yenice ve derken Safranbolu olmalı..

Yenice Ormanları'nı görmelisiniz.. derin kanyonlardan geçerken yavaşlarsınız, manzaraya kayıtsız kalamazsınız..

Safranbolu'da Cinci Han tabii ki..


her mevsim güzeldir Abant.. giderken Yeşil Ev'e uğrayın ve kahvaltı yapın..


ve İstanbul tabii..

güzelimle nişanlandık.. ve düğün tarihi şimdiden belli.. evlenince İstanbul'a yerleşmeyi düşünüyoruz.. ve bunun için çok vaktimiz yok aslında.. yani şu birkaç ay ikimiz için de yoğun ve yorucu geçecek gibi görünüyor.. biz yine de bu süreci
ne kadar keyifli yaşayabiliriz, onun peşindeyiz :)


evim.. güzel evim.. sıcak evim :)

şömine her zaman yanmaz tabii.. yanacaksa bir anlamı olmalı..








* ay sonunda Londra'dayım.. fotoğraflarla döneceğim..

Sunday, February 13, 2011

Yeter ki


güzelimle evlenmeye karar verdik..

ve haftaya istemeye gidiyoruz.. Karadeniz Ereğli'ye..

acı kahve içmeye razıyım,

yeter ki ...







* Akçakoca'da Melengüççeği yerken..
* tabaktaki dağ çileklerine dikkatinizi çekiyorum :)