Sunday, July 08, 2012

Bir Göl Üç Şehir

Alplerin yanıbaşında bir göl ve göl kıyısına kurulu üç şehir.. Cenevre, Lozan ve Montrö..
Lozan ve Montrö'nün bizim için farklı bir anlamı var elbet, okul kitaplarımıza kadar girmiş şehirlerdir; duymasak da görmesek de biliriz bu iki şehri.. biri Türkiye'nin kuruluşunda vardır, diğeri de Boğazlar'daki egemenlik haklarımızı hatırlatır..

tarihi bir şehir Lozan.. göl kıyısındaki bir tepenin eteğine kurulu.. şehri tanımak için sahilde gezmek yeterli değil; yukarıya, tepeye doğru yürümeli ve şehrin kendine özgü havasını koklamalısınız..

dik yamaçlar yürümeye engel değil.. hem ben Fondue yemeğe gidiyorum.. harcadığım kaloriyi fazlasıyla almaya..

Fondue bildiğiniz eritilmiş peynir aslında.. Karadeniz'in kuymağı ile başedemez emin olun.. lakin lezzet ve sunum biraz farklı.. yanında bira benim tercihim..

adres, Cafe Romand..

göl kıyısındaki parklar görülmeye değer.. gündelik yaşamın donuk silüetinden farklı şeyler var parklarda.. ağaçlar ve bir ip hem eğlenmek hem de kişisel bir meydan okumaya fırsat verebilir Lozan'ın kıyısında..

günbatımına yakın saatler en sevdiğim saatler.. bir yanda Alpler, bir yanda Lozan..
arada bir göl ve yelkenliler..

yandan çarklı bu göl gemisi Mel Gibson'ın filmi Maverick'ten bir sahneyi hatırlattı bana.. gölde yüzen kumarhanede blöf yapan usta pokerciler..

ne keyifli olurdu, arkadaşlar ve ben Leman Gölü'nde çarkın sesiyle poker oynarken viskimizi yudumlasak.. hayaller bitmiyor di mi, insanoğlu hep daha fazlasını istiyor..

böyle bir gemiyle belli saatlerde göl turu yapmanız mümkün..

Leman Gölü'nde kuğular her yerde sanki..

otel odamdan Lozan Garı'nın görünüşü ve arkada Leman Gölü ve Alpler..

Lozan Garı, başka bir açıdan..

İsviçre'de her yere trenle gidebilirsiniz..

Montrö'deyim.. sarı tenteli, saraydan farksız oteller bakmadan geçilemeyecek güzellikte.. Montrö, "ben zenginlerin şehriyim" der gibi..

başka bir otel.. Alpler ve göl manzaralı.. oda fiyatını merak ediyorum..

şehirde uyuz olduğum tek yapı fotoğraftaki yüksek bina.. o da bir otel aslında.. nasıl olmuş da o kadar hayasızca yükselebilmiş..

Montrö Garı'nda trenden inip göl kıyısına geldiğinizde, kıyıdan yürümeye devam edin.. kıyıdaki burnu geçip arka tarafa yöneldiğinizde karşınıza çıkacak olan manzara işte bu..

tek kelimeyle harika..

göl kıyısında kumsal yok, genelde kayaların üzerinde ya da çimenlerde güneşleniyorlar.. ben de güneşten nasibimi aldım tabii..

Montrö'den Territet'e doğru yürüyorum.. göl kıyısında ince uzun bir yoldayım..

masal ülkesi gibi.. ağaçların arasında tarihe uzanan evler..

her yerde üzüm bağları var.. özellikle Lozan'dan Montrö'ye trenle giderken bir tarafta göl diğer tarafta üzüm bağları vardı..

Chillon Şatosu tam bir düşeş oldu benim için.. göl kıyısında yürürken bir şatoyla karşılaşacağım hiç aklıma gelmezdi.. şatoyu gördüğümde gideceğim yer artık belliydi..

şatoda görüntülediğim bir harita.. Cenevre Gölü (Leman Gölü) şatolarla çevriliymiş bir zamanlar..

şatodaki hatunların yaşam alanı burası.. yani şatonun harem dairesi :)

dikkatimi çeken ilk şey şatonun en güzel yerine yapılmış olmasıydı.. kadınlar güzel olan ne varsa onunla yanyana sanki, ortaçağın karanlığında bile kadın demek yaşamın güzel yüzü demek..

şatonun kulelerinden birindeyim.. göl kıyısındaki nadir kumsallardan biri şatonun hemen yanında..

şatonun gözetleme kulesi en yüksek noktası.. oraya gitmek istedim, ancak şatonun içi labirentten farksızdı.. inanması zor ama bazen kaybolacağımı hissettim..

gözetleme kulesi şatonun kesinlikle en görülmeye değer yeri.. kuleye çıktıkça her katta ayrı bir hava yaratılmış..

Ortaçağ'ın silahları kesmek, parçalamak, delip deşmek için birebir; camın ardında bile olsa ürkütücü..

zindanı görmeden gitmek olur mu hiç ?.. o zamana göre fazla hijyenik olduğu kesin..

ilginç olan, zindanın kralın yemek yediği şömineli ve gösterişli büyük salonun hemen altında olmasıydı.. şarap kadehli sohbetler çığlıkları bastırmış belli ki..

özgürlük Alpler'den daha güzel..

şatodan çıkıp sahilden Territet'e doğru yürürken bir kuğu beni takip etmeye başladı.. benimle yarış eder gibiydi..

Cenevre'deyim.. her İsviçre şehri gibi burası da pahalı..

Cenevre'nin limanındaki devasa fıskiye şehrin sembolü gibi.. öylesine büyük ki, altına kadar geldiğimde fıskiyenin yarattığı rüzgarı hissettim.. hava akımını bile değiştirebilecek güçte..

ben yine de İsviçre çikolatasını sayfama taşımayı tercih ederim :)

adres, Merkür..

Cafe Universal'e arkadaşımın tavsiyesi üzerine gittim..

siz bakmayın üstteki Portekiz Bayrağı'na, o bir Fransız..

denildiği kadar varmış, somona doyamadım :)

dönüş yolundayım.. havaalanına giderken bayan taksi şöförüyle sohbet ettim.. çocukken Cenevre'ye gelmiş, aslında Barselona'lı.. İsviçre'deki binlerce insan gibi o da bir göçmen ve mutlu..

Güzel İsviçre.. 3 resmi dili ve dünyanın her yerinden gelmiş insanlarıyla huzur dolu..

No comments: