Monday, July 07, 2008

Kitabını Yazdılar

Wimbledon ve Avustralya Açık en sevdiğim Grand Slam turnuvalarıdır.

Zonguldak’ta olduğum yıllarda hep toprak, beton veya asfalt zeminde tenis oynardık... Belki de ondan olsa gerek Wimbledon’ın çim kortları hep ilgimi çekti. İngilizleri çok sevdiğimi söyleyemem, ancak bazı konularda haklarını vermek lazım. Tenis konusunda hep en önde oldular. Oyuncu bazında ise o kadar başarılı değiller.


Yukarıdaki fotoğraf çocukluğumdan üniversite yıllarıma kadar tenis oynadığım mahallemizdeki tenis kortunu gösteriyor.
Bu kortta çok anım var... Hatta üstteki ormanlık alana az topum gitmedi :)

İlk raketim tahta raketti. O yıllarda ağbim üniversiteyi Kıbrıs’ta okuyordu (80'li yıllardan bahsediyorum).
Tabii, Kıbrıs bugünkü Kıbrıs değildi; vizeyle gidilebilen bambaşka bir ülkeydi.
Türkiye’de olmayan herşeyi Kıbrıs’ta bulabilirdiniz. Marlboro’dan tutun da spor ayakkabılara kadar aklınıza gelen herşey. Türkiye’de hiçbir şey yoktu ki... Döviz taşımak bile yasaktı.
Örnek, Commodore 64’ümü Kıbrıs’tan özel getirtmiştim. Kimsede yokken bende vardı :)

Ve tabii ki tahta raketim de Kıbrıs’tan geldi.

Ağbimin hakkını nasıl ödeyebilirim bilmiyorum? Kulakları çınlasın!

Şimdiki raketler ise sonradan çıktı. Onlardan da aldık tabii... Ama o tahta raket benim için hep unutulmaz oldu. Ne yazık ki, o raketi bulamıyorum... Nerede ya da ne yaptım bilmiyorum.

Gelelim dünkü maça...

Beklediğime kesinlikle değdi.

Federer peşpeşe 6’cı Wimbledon zaferinin peşindeydi, 1880’lerden beri bunu yapan yoktu, modern zamanlarda ise hiç yoktu... Nadal ise Grand Slam finallerinde Federer’i geçebilen tek isimdi...
Bu muhteşem ikili bir pazar günü yine karşılaştı ve ben de bu ana tanıklık ettim, birkaç bin km öteden...

Pazar günü saatler 16:00’yı gösterdiğinde çoktan televizyon karşısındaki yerimi almıştım. Bu büyük çekişmeyi kaçırmak niyetinde değildim. Ne var ki, Türk televizyonlarındaki tipik hastalık CNN Türk'de de nüksetti ve canlı yayına ilk setin dördüncü oyununda bağlandılar. Yani Nadal 2-1 öndeyken canlı yayın başladı. Bu en kibar ifadeyle izleyiciye saygısızlıktır.

Halbuki benim gibi çoğu tenissever maçın başlangıcını görmek ister; hatta o da yetmez, oyuncuların kendi aralarında yaptıkları ısınma paslarını görmek ister. Onun zevki çok başkadır. Maçın başındaki heyecanı, yüzlerdeki ifadeyi görmek ister. Gel de bunu bizim reklamzede kanallarımıza anlat!

Neyse, konuyu dağıtmayalım...

Federer 26 yaşında, Nadal ise henüz 21’inde... Düşündüm de ben 21’inde hala babasından harçlık alan bir üniversite öğrencisiydim. Nadal ise çocuk yaşta milyon dolarlara hükmeden bir ulusal kahraman... Demek ki, bazılarına göre hayatı kağnı hızıyla yaşamışım, onu fark ettim.

Nadal savunması çok güçlü bir oyuncu; özellikle baseline dedikleri dip çizgi savunmasıyla asla vazgeçmeyen bir oyuncu. Federer ise forehand’i çok kuvvetli ve çok soğukkanlı bir adam, yani en kötü anlarda bile vazgeçmeyen bir usta ki, bunu da maçta iki defa gösterdi; iki maç sayısını geri çevirmeyi başardı ve niye Dünya’nın bir numarası olduğunu bize gösterdi.

Nadal aslında solak değil, ancak onu eğiten amcası tenis oynarken sol elini kullanmasını ve bunun onun için bir avantaj olacağını söylemiş ve Nadal sol elini adeta eğitmiş… Ivaniseviç’den sonraki ilk solak Grand Slam şampiyonu olmayı başarmış. Demek ki, yıldız oyuncu olmak çalışmaktan öte bir şeyler istiyor, iyi hocalar ve doğru bir strateji ve de para tabii...

Maçın en izlenesi anı ise dördüncü set tie-break’e kaldığındaki ilk oyundu. Nadal’ın isabetli ters volesi ve oyunu fantastikti.


Passing shot’lar, drop shot’lar, çapraz kruvaze vuruşlar, ters vole, yarım vole, enine atılan toplar, ace’ler...
Daha ne olsun !

Dün akşam tenisin kitabını yazdılar...
Hem de 5 saatte, yorulmak bilmeden, ıslıkları ve aleyhte tezahüratları duymadan, kaslarına giren ağrılara aldanmadan...

Dün iki büyük tenisçiyi izledik...

Roger Federer ve Rafael Nadal

Alkışlarımız onlar için...



Not: Rafael Nadal fotoğrafı, www.rafaelnadal.com adresinden alınmıştır.

2 comments:

Anonymous said...

Senin sayfanda Zonguldak rüzgarları esiyor bir süredir, her yazında her anında Zonguldak sokakları gizli. Bunların arasına da anılarını serpiştirdikçe ne derece aktif olduğunu görebiliyorum. Açıkcası Zonguldak gidilip görülmesi gereken yerlerden birisi oldu...

Tenisi çok severim, ama çok az oynama fırsatım oldu. Geçenlerde Ankara Tıp'tan birkaç hocamın final maçı değerlendirmesi geldi senin yazını okurken.

Maçı izlemesem de izlemiş kadar oldum..

sevgiler

Timur said...

Çilek,
sen söyleyince farkettim, dediğin gibi Zonguldak dolu günler olmuş :)

bu maç uzun zamandır seyrettiğim en iyi maçtı.. zaten Wimbledon'ın en uzun finali olarak da tarihe geçti..