Sunday, May 25, 2008

Magic Of Style


Hayır, bilemediniz…
Bu bir bayan kuaförü reklamı değildir, olmaya da hiç mi hiç niyeti yoktur.
Gerçi saç söz konusu olduğunda, bayanların tüketici kredisi bile çekebileceklerini bilecek kadar tecrübeli bir erkeğim hamdolsun.
“Sen ne anlarsın saçtan?” demeyin, kırılırım… Bir zamanlar benim de dalgalı saçlarım vardı, geriye doğru taradığım. Aynayla samimi olduğum yıllardı…
Bir gün, hiç unutmam, tıp fakültesinde saçlarımı kazıtmıştım, dönem 4’de… Olay olmuştu okulda… Hastane koridorlarında beni gören dönüp bir kere daha bakıyordu. Bir asistanın, "Buna nasıl izin veriyorlar, hapishane kaçkını gibi" dediğini çok iyi hatırlarım.
“Sen ne biçim doktorsun?” diyen bile olmuştu... Doktorlar giyimiyle, kuşamıyla örnek olmalıymış insanlara, güven vermeliymiş hastalara… Dazlak doktor olurmuymuş?
Neyse, Hacettepe günlerime girmiyim, çıkamam sonra :)
Hem o günler geride kaldı... Artık doktorların da normal insanlar olduğunu anladı millet... Dizilere baksanıza, her haltı yiyen doktorlar yok mu?
Konumuz da bu değil zaten, anlatmak istediğim şu tarz meselesi… Giyim kuşamın nasıl oluyor da insanları bu kadar etkileyebildiği ya da sadece bir insanın giyimine ya da dış görünüşüne bakarak, anında o insan hakkında olmadık yargılara varmamız… Her dövmeli insana “Ne kadar da çılgınsın!” deme abukluğumuz… Sarışın olan her kıza “Ne kadar da seksisin” deme acemiliğimiz... Kapüşonlu hırkası olana, “Ne kadar da sportifsin” deme cahilliğimiz... Şapka takan herkese, “Ne kadar da rahatsın” deme garipliğimiz… Ankara sokaklarında şortla dolaşan erkeğe, “Ne kadar da modern adam, kimseyi takmıyo” deme azizliğimiz... Fazladan bir düğme açan hatuna “Bu kızda iş var” deme kabalığımız…
Kabul etmeliyiz ki, hepimizde az ya da çok insanların dış görünüşüne bakarak bir önyargıya varma alışkanlığı var ve bu huylaşan davranış modelinden vazgeçmek, adeta insanlıktan uzaklaşıp derviş olmak; pardon ermiş olmakla özdeş bir şey.
Bir de, şu bir türlü anlam veremediğim ya da anlamakta zorlandığım “Çılgın İnsan” yakıştırmaları...
“Benim erkek arkadaşım çok çılgın!” diyen hatunlar mesela…
Ne yapmış senin erkek arkadaşın?
“Ay çok çılgın, dağcılık yapıyor, çıkmadığı dağ kalmadı” ya da “Ay çok çılgın, motosikleti var ” ya da “Ay çok çılgın, geçen bana bi hediye almış, kaç para verdi kim bilir?” ya da “Ay çok çılgın, falanca sporu yapıyor, çok uç bi insan” ya da “Ay çok çılgın, hovarda ne yapsın, bütün kızlar peşinde, ama o beni seviyor” gibi…
Niye “Çılgın insan” demek, bazıları için bu kadar kolay anlamıyorum... Çılgın insan yüzlerce ya da binlerce olmaz.
Çılgın dediğiniz insan Kristof Kolomb’dur, Amundsen’dir, Edmund Hillary ya da Yasemin Dalkılıç’tır.
Evet, Yasemin Dalkılıç… Bence çılgın bir hatun… Ne güzel di mi? Bizim de bir çılgınımız varmış meğer...
Bunlardır çılgın insanlar ve ne yazık ki, sayıları bir elin işaret parmağını geçmez…
İnsanlar “eğlenceli” olabilir; "sosyal" olabilir; “hayat dolu” , “sevgi dolu” , “sempatik” , “yaşamayı bilen” falan olabilir… Bunlara lafım yok… Ama birisine “çılgın” demeden önce biraz düşünün olur mu?
Gerçek çılgınlara haksızlık etmeyin!

Bir tarzınız olmalı hayatta; sizi siz yapan, başkalarından ayıran… Ama ne olur, tarz yapıcam diye de bir tarafızı yırtmayın lütfen!

Siz olun yeter… !
Doğal olun... ! Özgür olun... !

Cesaretiniz varsa “çılgın” olun...!

Unutmayın , dünyanın çılgın insanlara ihtiyacı var…!!!

Saturday, May 17, 2008

Biraz Mavi Biraz Yeşil


En sevdiğim renktir , biraz mavi biraz yeşil . Sabah kalkıp da yüzümü yıkarken , başımı kaldırıp aynaya baktığımda hep gördüğüm renktir . Bu aleme geldim geleli biraz mavi biraz yeşil baktım ben .
Ondandır ; hep yanıbaşımda biraz mavi biraz yeşil olsun isterim .
Mavi , o mavi değil ; Karadeniz Mavisi ...
Hani güneşli bir yaz günü , mümkünse öğleden sonra , dalgasını kumsala vuran Karadeniz'in mavisi .
Yeşil , o yeşil değil ; Karadeniz Yeşili ...
Hani yağmur ormanlarının yeşili var ya ondan . Yani gürgen , kayın , kestane ...
Şimdilerde Batı Karadeniz'e gittiğinizde , özellikle de sahile yakın yerlerde çam ağaçlarını görüyorsunuz . Vaktiyle Orman Bakanlığı'mızın Karadeniz Bölgesi'nin doğal bitki örtüsünü yok edip yerine diktiği , hizaya gelmişcesine sıra sıra dizili çam ağaçlarından oluşan yapay orman alanları ... Neymiş ? Çam ağaçlarının ekonomik değeri daha yüksekmiş . Çocuklarımız onları kesince daha çok kazanacakmış . Gürgen , kayın , kestane para etmezmiş .
Halbuki Karadeniz Bölgesi'nde çam ormanları vardır zaten ; ama yükseklerde , kıyıya yakın değil . Yani amaç çam görmekse , kralı var yüksek Karadeniz tepelerinde !
Öyleyse derdiniz ne ?
Bu sorum , doğal orman alanlarını ekilip biçilen buğday tarlası gibi görenlere ...
Evet , derdiniz ne ?
Doğa kanunlarını yeniden mi yazalım yani ?
Ya da şöyle yapalım isterseniz ... Dağları traşlayalım , sonra da o toprakla Zonguldak açıklarına Palmiye Adası yapalım ... Ne dersiniz ? Fikirse , al sana fikir ...

Derdiniz ne ?

Niye Karadeniz Ormanları'nı Akdeniz Ormanları'na dönüştürmeye çalışıyorsunuz ? Amasra'yı Marmaris yapmak mümkün mü ya da Marmaris'i Amasra ? Akçakoca Datça olabilir mi ya da Datça Akçakoca ?

Annanemin Zonguldak'taki köyünde kestane ormanı vardır .
Evet , kestane ormanı ...!
Siz hiç kestane ağaçlarının gölgesinde yürürken , adım attığınızda "pıt" diye bir ses duyup o sese yöneldiniz mi ? İğneli kalın kabuğuna saklanmış pıtlayan kestaneyi o kabuktan sıyırıp elinize aldınız mı ? Sonra da ince kabuğunu soyup taze , yaş kestane yediniz mi hiç ?

Çam ağaçlarının altında kestane pıtlatamazsınız ...!

Sunday, May 11, 2008

Apayrı Bir Dünya ... Maketler ...

Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde , Ankara Maket Topluluğu'nun sergisi vardı bu pazar .


Topluluğun bir üyesi olan yanımdaki bu adam aslında bir maket ustası . Halihazırda bir maketi Ankara Havacılık Müzesi'nde sergilenen birisine "usta" demekten insan çekinmiyor . Üstelik arada arkadaşlık da olunca , insanın içinden "ustaların ustası" demek geliyor .
Yani bakmayın siz onun mütevazi göründüğüne ... Ne sanatsal rüzgarlar esiyor o bakışlarda ...


Sevgili Zafer'in Dünyası'na adım attım bu pazar . Büyülü ve bir o kadar da şaşırtıcı bir dünya ...
İşin sırrını dinledim ondan , beyaz şarabımı yudumlarken ... Aslında plastik olan parçaların nasıl oluyor da metalden farksız göründüğü mesela . Ya da bir makete bakarken aslında neyin daha çekici olduğu gibi .
Gördüğünüz örnekler Zafer'e ait değil . Sevgili Zafer , daha küçük ölçekli maketler yapıyor , uçak ya da tanklar gibi .


Maketlerdeki her ayrıntı başlı başına bir emek .. İnsanların yüzündeki mimikler , ellerindeki eldivenler , tankın bir köşesindeki pas ya da kırık tuğlalar .. Aklınıza gelen ya da gelmeyen herşey bir emek , bir göz nuru ...


Bazen öyle maketler çıkıyor ki karşınıza , "bu kadar da olmaz" dedirtiyor insana ...


Bazen de bir kasaba çıkıyor karşınıza ; evleri , sokakları , sokak lambaları ve bunlar yetmezmiş gibi askerleri , tankları ve zırhlı araçları ile bir ordu ...


İşte benim favorim . Alman dehasının bir ürünü olan ve İkinci Dünya Savaşı'nda kullanılan ve ray üstünde gidebilen devasa top ... Zamanına göre bir teknoloji harikası ... Bu maketi yapan her kimse , benden gönül dolusu sevgiler ...

Monday, May 05, 2008

MI Sonrası Huzur Bulma Seansı


Haftasonu Zonguldak'taydım . Kolejden bir arkadaşımın düğünü vardı , ona gittim . Doyasıya eğlendik , hatta damattan çok gelinle ben dans ettim galiba :)


Ertesi gün çocukluğumun geçtiği mahallemi yürüdüm baştan başa ve size birkaç fotoğraf getirdim .. İstedim ki , Zonguldak'ın ve mahallemin güzelliğini sizler de görün .


16-Nisan akşamı başlayan MI dolu günler nihayet son buldu ... Annem bugün taburcu oldu .
Annemin geçirdiği kalp krizinden , hem Zonguldak'taki hem de Ankara'daki yoğun bakım günlerinden , anjiodan , annemi Ankara'ya bir ambulansla nasıl getirdiğimden , doktor ve hastane seçimimden , kan bulmaya çalışırken yaşadıklarımdan , hocamla ameliyat öncesi konuşmamızdan , bypass ameliyatından , hastanenin koridorlarına akan göz yaşlarımdan , annemi yoğun bakımda uyurken ve solunum cihazına bağlıyken gördüğümde neler hissettiğimden , bir günde telefonumu birkaç defa şarj etmek zorunda kaldığımdan , bana yardımcı olmak için adeta yırtınan arkadaşlarımdan uzun uzadıya bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum ; çünkü okunacak şeyler değil bunlar ... Tam ortasında olmak lazım algılayabilmek için ...


Akut MI(Kalp Krizi) geçirirken hayatını kaybeden çok insan gördüm ; otuzlu yaşlarında olanlar bile vardı . Bu yüzdendir Allah'a şükredişim , annemi bana ve tüm sevenlerine bağışladığı için ...


Annemin bypass ameliyatını yapan Sayın Doç.Dr.Erol Şener'e ve ekibine ve de Atatürk Hastanesi'nin Kalp Damar Cerrahisi Kliniği'nin tüm çalışanlarına sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum .

Sağlıklı ve mutlu kalın ...!